Ürolojik Hastalıklar

Detaylı bilgiyi PDF olarak indirebilirsiniz.

Hemen Yardım!

+90 532 614 46 75

Ürolojik Hastalıklar

Akut Bakteriyel Prostatit:

Prostat dokusuna komşuluk veya kan yoluyla gelen bakteriler tarafından oluşturulur. Bazen mikrobik olmayan iltihaplar da söz konusudur. Özellikle genç erkeklerde belirtileri benzer olduğundan yanlışlıkla prostat büyümesi zannedilir. Olayın ilk akut döneminde idrar yapamama veya zor yapma, sık idrara çıkma, halsizlik, yorgunluk, ateşlenme, titreme, sırt alt bölgesi ve apış arasında ağrı, eklem ve kaslarda ağrı, bazen bir iki damla kan meydana gelir. 

Prostatın makattan dikkatli muayenesi ve yapılan idrar ve kan tahlilleriyle tanı konur. İdrarda tahlilinde lökosit ve kanama kanda lökositoz gözlenir. 

Tedavide yatak istirahati, uygun antibiyotik, ağrı kesici, serum verilir. Tedavi süresi en az 4-6 hafta sürmelidir, aksi taktirde kronik prostatit ve apse gelişebilir. Ciddi hastalar yatırılarak tedavi edilmelidir.

Prostat iltihabı iyi tedavi edilmezse müzminleşebilir. Bu durumda tedavisi daha zordur.

Prostat iltihabından korunmak için önlem olarak soğukta kalmamak, yazın ıslak mayoyla dolaşmamak, düzenli aralıklarla postat salgısını boşaltmak, kabız kalmamak, sürekli makat üzerine oturmamak gerekir.

Kronik Bakteriyel Prostatit:

Antibiyotik tedavisine rağmen bakterilerin prostat salgılarında varlığını sürdürmesi nedeniyle tekrarlayan ve kötüleşen idrar yolları enfeksiyonu ile karakterizedir.

Hastalar tipik olarak idrar yaparken yanma, yetiştirememe, sık işeme, gece sık tuvalete çıkma, sırtın alt bölümünde/ apış arasında ağrı ile başvururlar. Bazen şikayet olmayabilir.

İdrar tahlilinde lökosit ve bakteri görülebilir. Genelde kan tahlilleri normaldir, bazen PSA yükselmiş olabilir. 

Tedavide uygun antibiyotik bazen 3-4 ay olacak şekilde uzun süreli verilmelidir. Geceleri yatarken düşük doz baskılayıcı antibiyotik kullanılabilir. Dirençli hastalarda prostatın kapalı ameliyatla çıkarılması nadiren çözüm olabilmektedir.

ÜRETRA ENFEKSİYONU:

İdrar torbasından sonraki yolun (üretra) iltihabı (üretrit) adını alır. Olguların çoğu cinsel yolla bulaşır. Hastalar üretradan akıntı ve yanma ile başvururlar. Tekrarlayan enfeksiyonu olanlarda yapışıklıklara bağlı işemede güçlük , ince işeme gibi şikayetler de olur. Tedavide etkene yönelik antibiyotik verilir. Genelde tek doz seftriyakson veya florokinolonlar kullanılır. Gonokok olmayan olgularda tedavi 7-14 gün tetrasiklin, doksisiklin veya eritromisin ile gerçekleşir. Tedavinin en önemli kısmı korunma yöntemlerinin (prezervatif kullanımı gibi) anlatılması ve hastanın eşinin de tedavi altına alınmasıdır. 

EPİDİDİM ENFEKSİYONU:

Erkeklerde torbada testisin (yumurta) hemen arkasında yer alan epididim, erkek tohum hücrelerinin (sperm) depolanmasını ve naklini sağlayan bir organdır. Bu organın enfeksiyonu genç erkeklerde cinsel yolla bulaşan mikroorganizmalara bağlıdır. Çocuk ve yaşlı erkeklerde ise idrar yolu enfeksiyonlara yol açan bakteriler aracılığıyla gelişir. Hastalar kaığa ve böğüre yayılan şiddetli skrotum ağrısı ile başvururlar. Etkilenen bölgedeki testis (yumurta) ve çevresi şişer büyür, su toplayabilir. Fizik muayenede skrotum şiş ve kırmızıdır. İdrar ve kan tahlili enfeksiyona işaret eder. Doktor tarafından testisin burulmasının ayırt edilmesi önemlidir.,,

GEBELİKTE İDRAR YOLLARI ENFEKSİYONU:

Gebelikle birlikte hamile rahmin basısına ve hormonal değişikliklere bağlı olarak idrar yolları sisteminde değişiklikler meydana gelmektedir. Böbreğin boyu uzar, idrar çıkış hızı artar, idrar yolları genişler, mesane öne ve yukarı doğru yer değiştirir. Bu nedenlerle idrarda bakteri görülmesi gebe kadınlarda %4-6 arasındadır. Gebelerde 3. aydan sonra böbrek iltihabı gözlenebilir. Diyabet ve sık idrar yolu öyküsü olan hamilelerde risk daha yüksektir. Böbrek iltihabının önlenmesi için kadınların gebelik süresince idrarda bakteri açısından taranması gerekmektedir.

İDRAR YOLLARININ SPESİFİK ENFEKSİYONLARI:

Yeterli tedaviye yanıt vermeyen kronik sistitte, idrar tahlilinde bakteri olmaksızın bol lökosit gözlenmesinde, idrardan kan gelmesi, fizik muayenede ele gelen özel kitleler veya akıntıların varlığında ve hastanın geçmişinde tüberküloz öyküsü olması durumunda akla gelmeli ve araştırılmalıdır. Hastanın şikayetleri genel bir halsizlik, yorgunluk, keyifiszlik, inatçı ateş, gece terlemeleri gibi şikayetlerden oluşur. Bazen böğür bölgesinde künt bir ağrı, işerken yanma, sık işeme, gece sık tuvalete kalkma, idrardan kan gelmesi, iltihabi akıntı gibi şikayetler gelişebilir. Tanı idrar kültüründe tüberküloz basillerinin gösterilmesine dayanır. Tedavi tıbbidir, bazen çalışmayan böbreğin çıkarılması, idrar torbasının büyütülmesi gibi cerrahi işlemler de yapılabilir. İdrar yollarının amikrobik sistit, mantar enfeksiyonları, aktinomikoz, bilharziyaz, filariyaz, ekinokokkozis gibi özel hastalıkları da görülebilmektedir, her birinin tedavisi de kendine özgüdür.

Akut piyelonefrit:

Böbrek iltihabı (akut pyelonefrit) titreme, ateş ve yan ağrısı ile kendini gösterir. Genelde idrar yaparken yanma, sık işeme ve yetiştirememe gibi alt üriner sistem şikayetleri de eşlik edebilir. Bakterilerin kana karışması ile sepsis denen tüm vucuda yayılan ağır bir hastalık tablosuna da yol açabilir. Tüm sistemik enfeksiyonların %20-30’unun nedeni idrar yolları enfeksiyonudur. Tanıda yapılan idrar tahlilinde lökosit ve eritrositler görülür. Kan tahlilinde lokositoz, sedimentasyonda artma, C-reaktif protein düzeyinde yükselme saptanır. Antibiyotik tedavisine başlanmadan önce mutlaka idrar kültürü alınmalıdır. Enfeksiyon ajanı %80 E. Coli’dir. Radyolojik görüntüleme olarak kontrastlı bilgisayarlı tomografi tanıyı doğrular ama her hastaya gerekli değildir sadece tedaviye yanıt vermeyen ve tanıda şüphe varsa yapılmalıdır. Enfeksiyona yol açabilecek tıkanıklık olup olmadığını göstermede böbrek ultrasonografisi çok yararlıdır. Tedavi enfeksiyonun şiddetine göredir. Ciddi hastalar yatırılarak damar yolundan uygun ikili antibiyotik ve ateş düşürücülerle tedavi edilmelidir. Tedavi en az 10-14 gün sürüdürülmelidir. 

Kronik piyelonefrit:

Böbrekte nedbeleşme, küçülme, böbrek yetmezliğine neden olan tekrarlayan böbrek enfeksiyonları kronik piyelonefrite neden olur. Kronik piyelonefritli hastaların çoğunda şikayet yoktur, hikayelerinde sık ve tekrarlayan idrar yolları enfeksiyonu vardır. Özellikle çocuk yaşlarda böbrekte nedbeleşme ile tekrarlayan sık idrar yolları enfeksiyonu buna yol açmaktadır. Tanı böbrek yetmezliği ile ilgili hipertansiyon, görme bozukluğu, başağrısı, yorgunluk, bol idrar yapma gibi şikayetlerin araştırılması sırasında tesadüfen konur. Serumda kreatinin düzeyi böbrek yetmezliğinin şiddetini yansıtır. Tanıda ilaçlı böbrek filmi veya BT , USG yardımcı olur. Böbrekteki nedbeleşmeyi en iyi DMSA’lı böbrek sintigrafisi gösterir. Tedavisi sınırlıdır. Tekrarlayan idrar yollları enfeksiyonun ortadan kaldırılması, altta yatan tıkanıklık, taş gibi nedenlerin düzeltilmesi böbrek hasarının ilerlemesini önleyebilir. Çocuklarda uzun süreli koruyucu antibiyotik tedavisi gerekebilir. Bazen sorunlu böbreğin alınması gerekebilir. 

Böbrek apsesi:

Şiddetli enfeksiyon sonucu böbrek dokusunda yıkımla karakterizedir. Bu alan daha sonra apseye döner. Böbrek çevresine açılarak yayılır. Hemodiyalizdeki diyabetli hastalar, damar içi ilaç kullananlar yüksek risk altındadır. Hastalar ateş, böğür veya karın ağrısı, titreme ve idrarda yanma ile doktora başvurur. İdrar, kan tahlilleri yardımcı olur. Böbrek apseleri USG ve BT ile saptanır. Tedavide hasta yatırılır, damar içi geniş spektrumlu antibiyotikler başlanır, 48 saat içinde yanıt alınamazsa apse cilt yolundan boşaltılır, sonuç alınamazsa açık ameliyata alınır. Hastalarda, daha sonra böbrek apsesine yol açabilecek taş tıkanıklık gibi sebepler araştırılmalıdır. 

MESANE (İDRAR TORBASI) ENFEKSİYONU

İdrar torbasının iltihabı (sistit) çoğu kez aniden başlayan idrar yaparken yanma, sık tuvalate gitme, aniden sıkışarak idrara koşturma ve göbek altında ağrı ile karakterizedir. Bazen kanlı veya bulanık kötü kokulu idrar da gözlenebilir. Ateş ve sitemik bulgular nadirdir. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülürler. Bir kez enfeksiyon geçiren biri daha sonra yeniden enfeksiyona yakalanma eğilimindedir. Tanıda idrar tahlili ve kültürü önemlidir. Komplike değilse radyolojik görüntülemye gerek yoktur. Tedavide kısa süreli ağızdan antibiyotik verilir. Tekrarlayan sistitde neden araştırılmalı gerekirse koruyucu önlemler alınmalıdır. Eğer neden taş vb ise ortadan kaldırılmalıdır. Sistit cinsel birleşmeden sonra gözleniyorsa, mesanenin sık boşaltılması ve birleşmeden hemen sonra tek doz antibiyotik alınması önerilmektedir. 

GONORE (Bel Soğukluğu):

Neisseria gonorrhoeae bakterisinin yol açtığı, cinsel yolla bulaşan, üretral akıntı ve yanma ile karakterize bir hastalıktır. İhbarı zorunlu hastalıklardandır. Akıntıdan yapılan kültür ve Gram boyama ile tanı konur. Testler yapılamıyorsa hem N. Gonorrhoeae hem de C. Trachomatise yönelik tedavi uygulanmalıdır.

GENİTAL HERPES VİRÜS ENFEKSİYONU:

Tedavi edilemeyen ve tekrarlayan bir viral enfeksiyondur. Genital bölgede ağrılı şişlik, içi su dolu kesecikler halinde başlar. Sonra iltihaplı akıntı olur, yaraya dönüşür. Zamanla kabuklanır, kasıklarda şiş lenf bezleri ele gelir. Ateş, başağrısı, halsizlikve kas ağrıları da eşlik eder. Özelliği sık tekrarlamasıdır. Tedavide sistemik antiviraller uygulanır. Hastalığın özelliği, cinsel bulaşma yolları, önlenmesi konusunda hasta ve yakınları bilgilendirilmelidir. 

SİFİLİZ:

Tüm enfeksiyon hastalıkları içinde en derin ve karanlık konudur. Bu karışık hastalık T.pallidum isimli bir spiroket tarafından oluşturulur ve tarihte bir çok ünlüyü hasta etmiştir. Sifiliz sistemik bir hastalıktır. Önce enfeksiyon bölgesinde ülser ve yara ile karakterizedir. Sonra döküntü, cilt lezyonları ve ele gelen lenf bezleri gözlenir. Arkasından tuttuğu organa göre kalb, sinir sistemi, göz, işitme ve diş etinde şikayetlere yol açar. Sifilizli bir kişi ile teması olan herkes klinik olarak ve serolojik olarak test edilmelidir. Tanısı karanlık saha mikroskopisi ve kan testleri iledir. Tedavisi penisilindir. Tamamen yok edilmesi en önemli halk sağlığı hedeflerindendir. 

GENİTAL SİĞİLLER:

İnsan papilloma virüsü tarafından oluşturulur. Gözle görülebilen dış siğiller ağrılı, kolay parçalanabilen, kaşıntılı şekilde olabilir. Bazı tipleri nadir de olsa kanserle ilişkili olabilir. Tanı gözle konur. Genelde şikayete yol açmazlar ve kendiliğinden iyileşebilirler. Tedavide bölgesel kremler kullanılır. Cerrahi olarak makas, küretaj, elektrocerrahi, lazer, kriyo gibi yöntemler uygulanır. Nüks edebilirler. Cinsel eşlerinin de incelenmesi gerekir.

HIV ENFEKSİYONU (AIDS):

HIV enfeksiyonu hiç şikayet olmadan AIDS’e kadar çok geniş bir klinik spektruma sahiptir. Enfeksiyondan AIDS’e kadar geçen süre genelde 10 yıldır. Erken tanı hastanın bilgilendirilmesine olanak sağlar ve böylece bulaşma azaltılabilir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından değerlendirme isteyen hastalar başta olmak üzere risk altındaki her kişiye HIV tanı testleri yapılmalıdır. Test pozitif çıkan kişinin kapsamlı bir bakımının yapılabileceği bir kliniğe yönlendirmek tavsiye edilmektedir. Cinsel temasda bulunan partnerlerinin de değerlendirilmeli ve tedavisi planlanmalıdır. Sonuç olarak cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda kişiler bilinçlendirilmeli ve gerekli önlemler alması konusunda eğitilmelidir. 

Normalde böbreklerden mesaneye idrar damlalar halinde gelir ve depolanır. Bu depolama fazında basınç düşüktür, artan idrar miktarına uyum sağlanır, mesane çıkışı kapalıdır yani idrar kaçırma olmaz. Boşaltma fazında ise, uygun yer ve zamanda mesane kasları yeterli güçte kasılır, aynı anda idrarı tutan çizgili kas gevşer, idrar uygun basınç ve akımla dışarıya boşaltılır. Bu esnada beyin, omurilik ve perifer sinir sisteminin de uyumlu çalışması gerekir. İşeme bozuklukları yukarda bahsedilen ya depolama ya da boşaltma fazını etkileyen hastalıklarda karşımıza çıkmaktadır. Mesanenin dolumu esnasında nörolojik hastalıklar, travma, enflamasyon gibi sebeplerle hastada sık idrara çıkma, gece idrara çıkma, idrar sıkıştırması, yetişememe tarzında idrar kaçırması gibi şikayetler ortaya çıkmaktadır. Mesanenin boşaltımı esnasında, nörolojik, mesane kasına bağlı, psikolojik nedenlerle veya prostat büyümesi, üretral darlık gibi hastalıklara bağlı olarak hastada yavaş akım, çatallı veya dağınık işeme, kesintili idrar yapma, işeme başlamasının gecikmesi, zorlanarak işeme, işeme sonunda damlama gibi şikayetler ortaya çıkmaktadır. İşeme bozukluğu ile gelen hastalardan iyi bir öykü alınmalı, ayrıntılı bir muayene yapılmalı, bu bozukluğa yol açabilecek hastalıklar ortaya konulmalıdır. İdrar tahlili ve kültür ile enfeksiyon varlığı ortaya konulmalıdır. 

TEDAVİ: 

İşeme bozukluklarında tedavide hedef, böbreğin korunması, enfeksiyonun engellenmesi ve kontrolü, düşük basınçla yeterli depolanmanın ve işemenin sağlanması, hastanın sosyal yaşamının düzeltilmesi, iş yaşamında kabul edilebilirliğinin sağlanması ve uyumluluğu olmalıdır. Bu amaçla davranış tedavisi, ilaç tedavileri, elektriksel uyarım, cerrahi tedavi gibi değişik tedaviler her hastanın durumuna göre tercih edilmeli ve uygulanmalıdır. bulaşan hastalıklar konusunda kişiler bilinçlendirilmeli ve gerekli önlemler alması konusunda eğitilmelidir. 

Prostat sadece erkeklerde bulunan, mesanenin (idrar torbası) hemen altında yer alan, yaklaşık 20 gr ağırlığında kestane boyutunda ve şeklinde bir organdır. Görevi erkekten atılan spermlerin (meni) içinde bulunduğu sıvıyı salgılamak, depolamak ve döllenmeyi kolaylaştırmaktır. Prostatın tam ortasından idrar yolu geçmektedir. Erkeklerin yaşam kalitesini en fazla etkileyen sağlık sorunlarının başında prostat hastalıkları gelmektedir. Prostatın başlıca enfeksiyonu, iyi huylu büyümesi ve kanseri olmak üzere üç tip hastalığı vardır. İltihapları daha çok genç ve orta yaşlı erkeklerde görülürken, iyi huylu büyümeler ve kanserler orta yaş üzeri ve ileri yaşlarda ortaya çıkar.

PROSTAT İLTİHABI:

Prostat dokusuna komşuluk veya kan yoluyla gelen bakteriler tarafından oluşturulur. Bazen mikrobik olmayan iltihaplar da söz konusudur. Özellikle genç erkeklerde belirtileri benzer olduğundan yanlışlıkla prostat büyümesi zannedilir. Olayın ilk akut döneminde idrar yapamama veya zor yapma, sık idrara çıkma, halsizlik, yorgunluk, ateşlenme, apış arasında ağrı, bazen bir iki damla kan meydana gelir. Prostatın makattan dikkatli muayenesi ve yapılan idrar ve röntgen tahlilleriyle tanı konur. Tedavide yatak istirahati, uygun antibiyotik, ağrı kesici, serum verilir. Prostat iltihabı iyi tedavi edilmezse müzminleşebilir.

Normal bir çiftin bir ay içerisinde gebe kalma şansı %20-25, 6 ay içinde %75, 1 yıl sonunda ise %90’dır. Gebeliklerin çoğu yumurtlama günü ya da yumurtlamadan önceki 6 gün içerisinde bulunulan cinsel ilişkiler neticesi görülür. Hem erkek hem kadın için dölleme gücü 24 yaşında en üst düzeydedir. Yaş geçtikçe zamanla bu oranlar her iki cins için de giderek azalır. İnfertil (kısır) çiftlerde sorun 1/3 oranında erkekten 1/3 oranında kadından 1/3 oranında da her ikisinden kaynaklanır. İnfertil bir erkeğin değerlendirilmesinde hedef; düzeltilebilir durumların, altta yatan önemli hastalıkların, genetik veya kromozomal bozuklukların ve yardımcı üreme teknikleri ile tedavi edilebilecek nedenlerin belirlenmesine yöneliktir. İnfertil bir erkekten ayrıntılı bir hikaye alınmalıdır. Fizik muayene genel ve genital bölgeye odaklanmış olmalıdır. Birkaç hafta aralıklarla toplanmış semen analizi önemli bilgiler sağlar. Hormonal bozuklukdan şüphelenilen hastalardan kan hormon analizi yapılmalıdır. Özel durumlarda antisperm antikor, lökosit boyaması, semen kültürleri, radyolojik tetkikler, ultrasonografi, sperm fonksiyon testleri, genetik testler, testis biyopsisi tetkiklere eklenmelidir. Yapılan muayene ve tetkikler sonucunda tedavi planlanır. Erkeklerin yaşam tarzı da semen parametrelerini bozmaktadır. Alkol bağımlılığı, vücut sporunda kas yapmak için ilaç kullanılması, ağır fiziksel aktivite, sıcak ortamlarda çalışma, bazı ilaçlar kısırlığa yol açabilmektedir. Bu yüzden yaşam biçiminde gerekli düzenlemelerin yapılması şarttır. Tedavide tıbbi, cerrahi ve yardımcı üreme teknikleri kullanılmaktadır. Sebebi bilinmeyen, izah edilemeyen infertilite olgularında ya da tedavisi olmayan veya medikal cerrahi yöntemlerle başarılı olunamamış durumlarda üreme yardımcı teknikleri kullanılabilir. Döllenme ya kadın vücudu içerisinde veya laboratuar ortamında yapılabilir. 

VARİKOSEL:

Varikosel erkeklerin testislerinin toplar damarlarının anormal variköz genişlemesidir. Tüm erkeklerin %15’inde, çocuk sorunu olan erkeklerin %40’ında varikosel mevcuttur. Erkek kısırlığının en sık nedeni varikoseldir. Testisden gelen kirli kan dolaşıma dönemeyip birikince, testis içinde ısı artışı olmakta, beslenme bozulmakta, zehirli artıklar birikmekte testisde sperm (tohum) üretimini bozabilmektedir. Tanı ürologun soğuk olmayan bir ortamda hem ayakta hem de yatar pozisyonda elle muayenesi ile konmaktadır. Tüm varikoselli olguların tedavi edilmesi şart değildir. Ancak kısırlık sorunu olan bir erkek tedavi edilmelidir. Kasıktan yapılan küçük bir cerrahi kesi ile damarların bağlanması ve iptal edilmesi işlemidir. Genelde lokal anestezi ile yapılabilir. Mikroskopik ameliyat en iyi yöntemdir. Varikosel ameliyatı sonrası semende bozuk olan parametrelerin %60-80’i 3-12 ayda düzelmektedir. Kendiliğinden gebelik oranları %20-60 artmaktadır 

Ürolojik tümörler ve bunlardan özellikle prostat ve mesane tümörleri son yıllarda çok sık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölümde ürolojik tümörlerin sadece kötü kuylu olanları aşağıdakilerdir.

* Böbrek tümörleri

* İdrar torbası (mesane) tümörleri

* Testis tümörleri

* Prostat tümörleri 

Böbrekler kandaki atık maddeleri ve vücuddaki fazla su ve tuzu temizlemekten sorumlu, her iki boşuk bölgemizde yerleşmiş olan organlardır. Buradan kaynağını alan kanserlere böbrek tümörü adı verilir.

Kaç tip böbrek tümörü vardır ?

En sık görüleni böbrek hücreli kanserlerdir (% 85oranında). Bunun haricinde böbreğin toplayıcı bölümünde ortaya çıkabilen değişici epitel hücreli kanserler % 6-7 oranında görülür. Çocuklarda ise % 5-6 oranında Wilm’s tümörü adını alan daha farklı bir böbrek kanseri ortaya çıkabilir. Bunun dışında nadir olarak görülen böbrek sarkomları, böbrek adenomları, onkositomlar ve anjiomiyolipomlar sayılabilir.

Tüm böbrek tümörleri kanser midir ?

Böbrekte kanser olmayan tümöral oluşumlar da görülebilir. Bunların arasında daha önce bahsettiğimiz adenomlar, onkositomlar ve anjiyomiyolipomlar kanser değillerdir. Ancak teşhisleri konulana kadar böbrekte görülen her kitle kanser olarak kabul edilmelidir.

Böbrek kanseri için risk faktörleri nelerdir?
Bir kişinin belirli bir hastalığa yakalanma şansını arttıran herşey o hastalık için risk faktörü sayılır.Erkelerde böbrek kanseri olma ihtimali kadınlara göre 2 kat daha fazladır.

Çevresel veya işe bağlı risk faktörleri :
– Sigara kullanımı
– İçerisinde fenasetin olan ağrı kesiciler
– Asbest işinde çalışanlar
– Kadmiyum işinde çalışanlar

Aileden geçiş:

Tüberoz skleroz veya Von Hippel Lindau Hastalığı olan ailelerde böbrek tümörü görülme sıklığının arttığı bildirilmiştir. Ailesel böbrek tümörlerinin iki taraflı olma özellikleri vardır.

Diyet ve kilo:Bazı çalışmalar şişman ve yağlı yiyecek ile beslenenlerin böbrek kanseri olma riskinin fazla olduğunu bildirmiştir.


Ürolojide en sık görülen kanser türlerindendir. Tüm kanserler içinde, % 4 oranında ölüm nedenidir. Erkeklerde kadınlara nazaran 3 katı daha fazla görülür. En çok 55 ile 70 yaşları arasında görülür.Daha genç hastalarda da görülebilmektedir

Sigara, mesane kanserinin bilinen en önemli nedenlerindendir. Kronik idrar yolu iltihapları, bazı suni tatlandırıcılar ve çevreden maruz kalınan bazı kimyasallar hastalık oluşmasında rol oynayabilir. İdrarda kanama ve yanma en sık rastlanan belirtileridir.

Sık idrara gitme, idrar zorluğu, kasık ve karın ağrısı görülebilir. İlk olarak ultrason yapılır. İdrardaki sitolojik incelemede kanser hücreleri aranır. Bunların sonucuna göre ileri tetkikler yapılır. Kesin tanı idrar yolu ve mesaneye sistoskopi denilen yöntemle bakılması ve biyopsi (parça) alınması ile konur. Mesanede kanser olduğu saptanınca, ilk hedef tümörün temizlenmesidir.

Tümör mesanenin derin katlarına inmemişse, kapalı yolla (TUR) kanserin temizlenmesi oldukça kolaydır. Bazen hastaların mesanelerinin içine sonda ile ilaç vermek gerekebilir. Eğer tümör daha saldırgan ise veya geç kalınmışsa, mesanenin tamamen alınması gerekir.

Kanser eğer başka organlara atlamışsa, kemoterapi veya ışın tedavisi uygulanır. Kanser tedavisi başarılı olsa bile, hastanın düzenli olarak kontrol altında tutulması gerekir çünkü hastalık nüks edebilir. 


Erkekteki kanserlerin % 2’sini oluştururlar. Bir erkeğin tüm yaşamı boyunca testis kanserine yakalanma oranı “binde 2″dir. En sık olarak 15 ile 35 yaşları arasındaki genç erkeklerde rastlanır. Daha az olarak da 50-60 yaşları arasında ve çocukluk çağında görülür. En sık bilinen nedeni, yumurtalığın torbadaki normal yerine inmemesidir. Bu hastalarda normale göre 25 misli kanser riski vardır. Bu yüzden, testisleri normal yerinde olmayan çocukların yumurtalıklarının 1 yaşından itibaren ilk fırsatta indirilmesi gerekir. Kanser olan hastaların yarısında inmemiş testis öyküsü bulunur. Sağ testiste biraz daha fazla görülür.

Heri iki testiste birden oluşma olasılığı % 2-3 kadardır. Ayrıca, testisteki çeşitli enfeksiyonlar ve iltihaplar ile travmanın kanser gelişimini tetikleyebileceği düşünülmektedir. Gebelikte, özellikle kadınlık hormonu içeren bazı ilaçların kullanımı da riski arttırır. Irkların etkisi de görülmektedir. Örneğin İskandinavya’da yüksek, Afrika ve Asya’da düşük oranda görülür. Yumurtalıkta büyüme veya sertlik, torbada şişlik, aşağı çekilme ve ağırlık hissi, bazen künt ve uzun süreli ağrı en çok görülen belirtilerdir.

Testis kanseri olan hastalar, bu belirtilerin başlamasından ancak ortalama 2 ay sonra üroloji uzmanına başvururlar. Tanı doktorun elle muayenesi yanında ultrason ve bazı kan tetkikleri ile konur. Tümör belirteçleri denilen AFP ve beta-hCG testleri ile beraber LDH, PLAP ve gama-GT tetkikleri yapılır. Şüpheli durumlarda yumurtalık hızla ve tamamen alınmalıdır. Diğer organların tersine, testiste biyopsi tercih edilmez. Yumurtalığın bir an önce alınması, hem tanı için hem de tedavinin en önemli basamağı olarak gereklidir.

Testis kanseri, insan vücudundaki kanserlerin arasında tedaviye en iyi cevap verenlerdendir. Her zaman olduğu gibi, özellikle erken devrede saptanan tümörlerin tedavisi çok başarılıdır. Ancak hastalar ortalama 3 ay gecikmeyle başvurur ve ilk başvuru sırasında hastaların üçte ikisinde metastaz oluşmuştur. En çok akciğer ve lenf düğümlerine, bazen karaciğer ve kemiklere atlama görülür. Bazı tip tümörler daha saldırgan seyrederler. Ameliyatla yumurtalığın alınması tedavinin ana unsurudur. Gerek hücrelerin ilaç veya ışın tedavisine iyi cevap vermeleri, gerekse genç erkek vücudunun ağır tedavilere iyi dayanması sonucu, ilerlemiş kanserde bile yüksek tedavi şansı vermektedir. Eskiden % 50 olan ölüm oranı, günümüzde % 10’a düşmüştür. Hastalığın en kritik zamanı ilk 3 yıldır. . 

Hastalık nedenleri
Pek çok hastalıkta olduğu gibi, prostat tümörünün de gelişme nedeni belli değildir. Yalnız, bu tümörün bazı ailelerin bireylerinde sık görüldüğü bilinmektedir. Bu da kalıtım faktörünü akla getirmektedir. İlginç bir gözlem, ileri yaşlarda bu hastalığa yakalananların çoğunda, çocukluktan ergenliğe geçişin uzun sürdüğü yolunda bir kanı vardır. Prostat tümörünün hızını, erkeklik hormonu olan testosteronun etkilediği ortaya konulmuştur.
Teşhis yöntemleri
Prostat tümörünün belki en kötü yanı, hastalığın çok sinsi ilerlemesi ve hiç belirti vermemesidir. Büyümüş prostat tümörünün idrar yolunu sıkıştırması, zor ve sık idrar yapma nedeni olabilir. İleri evrede kemik tutulumu olduktan sonra, kemik ağrıları başlar. Bu olasılık göz önünde bulundurularak, 55 yaşını geçen her erkek prostat tümörü yönünden özenle ele alınmalıdır. Hiç belirti olmamasına karşın, hastalığın erken evre tanısında başvurulan üçlü; rektal tuşe bulgusu (RTB), prostat spesifik antijen (PSA), transrektal ultrasonografi (TRUS) ve biopsi’den oluşur.
Rektal Tuşe Bulgusu:
Rektal muayene, prostata elle ulaşılabilen tek ve en kolay yoldur. Makattan sokulan işaret parmağı, prostatın arka yüzündeki mercimek büyüklüğündeki sertliği bile algılayabilir. Elli yaşın üstündeki erkeğin prostatındaki sertliğin tümör olma olasılığı %50’dir. Organın simetrik yapısının bozulması ve anatomik sınırının kaybolmasında bu olasılık %70’e yükselmektedir. Bu bulguyu veren diğer olasılıklar, kronik prostat iltihabı ve prostat taşlarıdır.
Prostat Spesifik Antijen:
Prostat epitel hücrelerinden salgılanıp kanal sistemine boşalan bir iç salgıdır. Normal durumda PSA’in çok küçük bölümü kan dolaşımına geçer. Kandaki PSA düzeyi 4 ng/ml.’den düşük olanlar, prostat tümörü olasılığı en az gruptur. Prostat bezinin yapısında tümör benzeri bir değişiklik olduğunda, PSA ince kan damarları aracılığıyla genel dolaşıma karışır. Kandaki PSA düzeyinin, prostat tümörünün büyüklüğüyle orantılı olarak yükseldiği gösterilmiştir. Diğer yandan, tümörlü hastaların %21’inde PSA düzeyinin normal sınırlarda olduğu bildirilmiştir. Prostatta yalnızca büyüme olan kişilerin de %25’inde PSA yüksekliği bilinmektedir. Bu nedenlerle PSA düzeyinin normalin üzerinde bulunması tek başına, ne ideal duyarlıkta, ne de özgünlükte bir prostat tümör ölçütüdür. Ama, elimizdeki laboratuar değerlerinin en güveniliri olduğuna kuşku yoktur.
Transrektal Ultrasonografi:
Ultrasonografi, yüksek frekanslı ses dalgalarıyla organları görünür duruma getiren bir tıbbi tetkik yöntemidir. Bu yöntemden yararlanarak prostat, göbek altından veya makat yoluyla görüntülenir. İnceleme sonunda prostat büyümesi ve tümörü birbirinden ayrılabilir. Ultrasonografi tümör tanısında her zaman yüzde yüz güvenilir sonuç vermeyebilir. Ancak kuşkulu bölgeden doku parçası alınmasında (biopsi) büyük kolaylık sağlar. 

Neden taş oluşur?
İdrar aşırı doygun bir solüsyondur. İçerisindeki maddelerin oranı artarsa doygunluk sınırını aşarak, erimiş halde bulunan o madde kristalize olmaya başlar. Zamanla bir çekirdek oluşturur ve üzerine diğer maddeler de birikmeye başlayarak bu çekirdek giderek büyümeye ve taşı oluşturmaya başlar. Eğer idrar akımının önünde bir engel varsa ve idrar göllenirse bu maddelerin birikmesi ve taş oluşturma ihtimali de artar. Normalde idrarda taş olumunu engelleyen engelleyici maddeler mevcuttur. Bazı insanlarda bu maddelerin eksikliği de taş oluşumuna yol açabilir. Hastada idrar yolları enfeksiyonu, doğuştan anomaliler, idrar akımını engelleyen durumlar, böbrekteki kireçlenmeler, yabancı cisim varlığı, fistüller, tümör gibi durumlarda da taş olma ihtimali artmaktadır.
Taş Yapısı:
Taşların %95’i inorganik taşlar olup büyük çoğunluğunu da kalsiyum okzalat ve fosfat oluşturur.Ayrıca enfeksiyon taşları %5-10, ürik asit taşları %2-5, sistin taşları %1-4 oranında gözlenir. Taşlar nasıl belirti verir? İdrar yolları taşları genelde böğür ağrısına yol açar. Ağrı ya künt karakterde veya aniden başlayan bıçak saplar gibi şiddetlidir. Ağrıya bulantı kusma da eşlik edebilir. İdrarda kanama veya çay renginde idrar yapma, enfeksiyon da gözlenebilir. Olaya ateşin eşlik etmesi hastaneye yatmayı gerektirebilir.
Risk faktörleri nelerdir?
İdrarda kristalüri varlığı, sanayileşmiş ülkelerde yaşama, kalorisi fazla yağ asitleri, protein ve şekerden zengin diyet, az sıvı alımı, sıcak ortamda ve iklimde çalışma, ailede taş öyküsü olması, çeşitli ilaçlar
Nasıl tanı konur?
Ürolog hastadan ayrıntılı bir öykü alır ve muayene yapar. Direkt üriner sistem grafisi, bilgisayarlı tomografi, USG, ilaçlı böbrek filmi gibi tetkiklerle taşın yeri, büyüklüğü, böbreğin durumu ortaya konur.
Tedavisi nedir?
Böbrekten çıkmış çapı 4-5 mm olan taşların büyük çoğunluğu kendiliğinden tıbbi tedavi ile genelde 6 hafta içinde düşer. Sistin, enfeksiyon veya ürik asit taşlarında bazı özel solüsyonlar ve ilaçlarla çözündürücü ajanlar kullanılabilir. Taş idrar yolunu tıkamış, ateş, enfekte idrar varsa acilen drenaj gerekebilir. ESWL (dışardan şok dalgası ile taş kırılması) yöntemi ayaktan uygulanabilen bir işlemdir. Ciddi iskelet anomalisi, aşırı kilosu olanlarda taşın üzerine odaklanmada sıkıntı doğabilir. Hasta uygun pozisyonda masaya yatar, taş belirlenir, şok dalgası ile taş kırılmaya başlanır, birkaç seans gerekebilir.Genelde ESWL ile tedavi edilen hastaların yaklaşık %75’inde böbrek taşları 3 ay içinde düşer. ESWL sonrası böbrek çevresine kanama gibi ciddi problemler çok nadirdir. Bazen taşlar yolda dizilebilir, düşmezse müdahale gerekebilir. Üreteroskopik taş çıkarılması yöntemi, özellkle alt idrar yolları taşları için çok uygun bir yöntemdir. İnce özel bir alet yardımı ile idrar deliğinden girilerek taşa ulaşılır, çeşitli taş kırıcılar ile taş parçalanarak dışarı alınır.